Harun ve Meltem çifti, yaşlılık dönemlerini geçirmek üzere göktelenlerin arasında bulunan küçük gecekondu evlerini satmak zorunda kalmışlardı. Çevrelerindeki komşularının evlerini satıp yerlerine gökdelenlerin yükseldiği bir ticaret merkezi oluşmuştu. Ancak Sayıl ailesi, ısrarlara rağmen evlerini satmamış, küçük gecekondu evlerinde mutlu bir yaşam sürmeyi tercih etmişti.
Bir kış gününde, müteahhitlerin teklifleri karşısında direnç gösteremeyen Sayıl ailesi, nihayet evlerini satmaya karar verdiler. Kazandıkları parayla köylerine, Nevşehir’e dönmeye karar verdiler. Haruna, bir gün köy muhtarı evini neden sattığını sordu. Harun, muhtara dönüp, “Muhtar efendi, orası çok kalabalıklaştı. Artık karşı koyamaz hale geldik. Ama inanıyorum ki, zamanla o şehir hayatı onları da yoracak. Herkes bir gün köyüne dönmek isteyecek,” dedi.
Muhtar düşündü ve Harun’un söylediklerine hak verdi. “Doğru diyorsun,” dedi. “Köyüne hoş geldin.” Harun ve Meltem çifti, köylerine dönmüş olmanın huzuruyla yaşamlarını sürdürmeye başladılar. Harun, köyde bir tarla satın aldı, tarlaya havuç, biber, salatalık ekmeye başladı. Bir gün akşam eşi ile birlikte, sobanın başına geçip, portakal kabuklarını sobanın üstüne koydu, çaydanlığıda sobanın üstüne koymuşlardı, sobaya odun atarakta ateşi harmanladılar.
Kar yağışının altında, sobanın ısısında çaylarını yudumlayarak geçmiş günleri anlatmaya başladılar. Harun, “Bu sakinlik, bu temiz hava, bize şehirdeki karmaşadan uzak bir huzur getirdi,” dedi. Meltem ise, “Evet, herkes birbirini tanır, birbirine yardım eder burada. Bu samimiyetin değeri paha biçilemez,” diye ekledi.
O gece, kar taneleri pencerelerinden süzülüyordu. Sayıl ailesi, köydeki huzurlu yaşamlarının tadını çıkarırken, şehirde koşuşturan insanların bir gün onların izinden geleceğine dair içten bir inanca sahiptiler. Gecekondu evleri belki küçüktü, ama içinde barındırdığı mutluluk ve huzur, hiçbir gökdelenin sağlayamayacağı bir zenginlikti.