Çınar, küçüklüğünden beri okçuluğa ilgi duyuyordu. Annesi ve babası, Çınar’ın bu ilgisini fark ederek onu, mahallelerine yakın olan bir spor merkezine 5. sınıftayken gönderdi. Çınar hem okuluna devam ediyor hem de okçuluk spor dalında kendini geliştiriyordu. Yıllar geçtikçe, oklarını tam 10 puan veren sarı halka ve X noktasına atmaya başladı.
Çınar, okçuluk sporunu okulda arkadaşlarına anlatıyordu. Okları fırlatmak için yay kullandığını, hedefe doğru atabilmek için nişangah aparatı kullandığını, yay ipinden korunmak için okçuluk eldiveni veya parmağa takılan parmak koruyucu kullandığını arkadaşlarına heyecanla anlatıyordu. Arkadaşları onu ilgiyle dinliyordu. Çınar artık büyümüştü; Paris Olimpiyatları’na katılmak için yaş sınırına yetişmişti. 16 yaşındaydı. Bu sene, Eyfel Kulesi’nin yanındaki büyük bir alanda düzenlenecek olan olimpiyatlarda klasik yay kullanılacak ve bireysel ile takım kategorilerinde yarışacaklardı.
Çınar, Paris Olimpiyatları’na katılmaya hak kazandığında, ailesi ve arkadaşları onunla gurur duydu. Hazırlık süreci oldukça yoğun geçmişti. Çınar, antrenmanlarını daha da sıklaştırmış, her gün sabahın erken saatlerinde spor merkezine giderek ok atışlarını geliştirmeye çalışmıştı. Antrenörü, Çınar’ın yeteneğinin ve azminin farkındaydı. Ona, “Bu yarışma senin için bir dönüm noktası olacak, kazanacağına inanıyorum,” demişti. Okçuluk, Çınar’a disiplin, sabır, odaklanma, sakinlik ve kendine güvenmeyi artırmıştı. Çınar ve ailesi de bu değerlerin farkındaydı.
Paris’e gideceği gün gelip çattığında, Çınar valizini hazırlarken çok heyecanlıydı. Yıllardır hayalini kurduğu zaman sonunda gelmişti. Annesi ona sarılırken, “Sonuç ne olursa olsun, seninle gurur duyuyoruz,” dedi. Babası ise, “Unutma, Çınar, odaklanman gereken tek şey hedefin. Emeklerinin karşılığını alacağına inanıyoruz,” dedi. Paris’e vardıklarında, Çınar ve takımı, Eyfel Kulesi’nin yanındaki devasa alanda yapılan antrenmanlara katıldılar. Hedefler kurulmuş, yarışma alanı hazırlanmıştı. Çınar, alandaki diğer okçulara göz gezdirdi; her biri kendi ülkesinin en iyisiydi. 53 ülkeden 128 okçu katılıyordu. Ancak Çınar kendine güveniyordu, çünkü yıllarca bu an için çalışmıştı. Yarışma günü geldiğinde hava mükemmeldi. Hafif bir rüzgar esiyordu, ama Çınar farklı hava koşullarında çalışmaya alışkındı. İlk olarak bireysel yarışmaya katılacaktı. Çınar yayını gerdi, nişangah aparatından hedefi gözüne kestirdi ve nefesini tuttu. Ok, tam X noktasına saplandı. Seyirciler alkışladı, takım arkadaşları ona destek verdi. Canlı yayın tüm dünyada izleniyordu.
Bireysel yarışmalar sona erdiğinde, Çınar büyük bir başarı elde etmişti. Hem X atışları hem de sarı halkaya isabet ettirdiği oklarla puan tablosunun üst sıralarına yerleşmişti. Sıra takım yarışmasına geldiğinde, takım arkadaşları Yiğit ve Görkem ile birlikte aynı odakla atışlarını gerçekleştirdiler. Çınar ilk atışta 4 puan almıştı. Görkem 8, Yiğit ise 9 puan almıştı. Karşı takım Güney Kore’ydi. İlk turda Türkiye 21 puan, Güney Kore ise 24 puan almıştı. Diğer turlarda en yüksek puanı Türkiye aldı.
Yarışmanın sonunda sonuçlar açıklandığında, Çınar ve takımı ülkesine altın madalyayla dönmeyi başarmıştı. Çınar, madalyasını boynuna takarken, hayatında bir dönemin sona erip başka bir dönemin başladığını hissetti. Artık olimpiyat madalyalı bir okçuydu ve hayallerini gerçekleştirmişti. Ama en önemlisi, Çınar, ne olursa olsun hayallerinin peşinden gitmenin önemini öğrenmişti. Çınar, Paris’ten döndüğünde, başarısının yankıları hala sürüyordu. Ülkesine dönmesiyle birlikte basın mensupları, televizyon kanalları, gazeteler ve radyolar ondan bahsediyordu. Paris Olimpiyatları’nda kazandığı altın madalya, onun adını tüm ülkeye duyurmuştu. Çınar, tüm bu ilginin içinde biraz şaşkındı ama aynı zamanda çok mutluydu. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu anı yaşamış, ülkesini en iyi şekilde temsil etmişti.
Eve döndüğünde, ailesi ve arkadaşları ona büyük bir kutlama ve büyük bir pasta hazırlamıştı. Herkes onunla gurur duyuyordu, Çınar ve tüm sevdikleri bu anların tadını çıkarıyordu.